Ajanslar son zamanların gözde havalı iş yerleri. Ajans içlerinde zenginmiş gibi gözüken aslında fakir ama gururlu olan çalışanları merak ettiniz mi?
Bankalarda, hukuk bürolarında ya da hastane gibi ajans ortamıyla uzaktan yakından alakası olmayan yerlerde çalışanlar bilmez; bir creative director neye benzer, bir art director tam olarak ne yapar, sosyal medya uzmanı ne yer ne içer, satış direktörü tam olarak ne satar… Durduk yere bir insanın merak edeceği şeyler değil bunlar ama ne yalan söyleyelim 6 yıl tıp okuyup üstüne saçının son teli dökülene kadar ihtisas yapmış bir kalp-damar cerrahı, dost meclislerinde “marcus and antonyus’ta art direktörüm” demek kadar havalı değil. Yani adam orada her gün mikron mikron damar dikiyor, yine de şu kemik gözlüklü kızımız kadar bizlere yaranamıyor.
Garip unvan yarışlarında bankacılar da az değil hani… Yüksek maaş yerine unvan dağıtılan bankacılık sektörü, 78 tl zamla kredi uzman yardımcısı görevine yükselebileceğiniz havalı gibi duran mesleklerden. Bankacılık sektöründeki tuhaflıklara başka bir yazıda değiniriz diyeceğim ancak o kadar sıkıcı bir sektör ki, değindiğin yer elinizde kalıyor. Biz en iyisi reklam ajanslarında karşılaşabileceğiniz kız tiplerinden bahsedelim; o kısım daha renkli.
Dünyada junior olmanın tadına varamadan direkt uzmanlıktan başladığınız yegane meslektir sosyal medya uzmanlığı. Bunları masalarındaki açılmış bisküvi paketlerinden tanıyabilirsiniz. Yetişkin bir sosyal medya uzmanı günde ortalama 2 paket çubuk kraker, yarım litre kola, 1 büyük paket oreo tüketebilir. İşe başladığı ilk ayı son derece sakin, sessiz olarak geçiren bu uzmanlar, müşteri ilişkileri tarafında deneyim kazandıktan sonra giderek agresifleşir. “Yalnız o yeşilin rengini bir ton açalım, logo biraz daha aşağıda mı olsa diyoruz, o cümlede ‘kıl’ demesek de ‘tüy’ desek” gibi milyonlarca marka talebiyle karşılaştıklarından ve bu ipe sapa gelmez isteklere mantıklı cevaplar vermek zorunda olduklarından zamanla zıvanadan çıkarlar. Ofiste vine videosu çekmek mi dersin, aniden ayağa fırlayıp İstiklal Marşı’nın on kıtasını okumak mı dersin, ofis camından martı beslemek mi dersin…hep bunların başının altından çıkar.
- O marka tarafındaki, sırf çok çalışıyormuş gibi görünmek adına günde 20 kere saçma sapan mailler atan kız da kimse çıksın ortaya. Bi’şi yapmicaz söz.
Bir ajansta metin yazarlarının da art direktörlerin de yaptığı tüm işler bunların onayından geçer. (Yani en azından olması gereken budur.) Kolay kolay anneye babaya izah edilemeyen mesleklerdir ki, birçok kreatif direktör akrabaları tarafından tabelacı sanılmaktadır. Tarz olarak satışçıyla art direktör arasında bir yerdedirler. İşe spor ayakkabıyla gelirler ama çekmecede muhakkak acil durum topuklu ayakkabıları vardır. Kendilerinden sürekli olarak bir yaratıcılık beklenmektedir. Ülkemizde beynen bekleneni verebilmiş yaratıcı yönetmen çok az. Sırf “genius” görünmek adına serkeş bir tavır takınmak, yarısı çıkmış ojeyle gezmek, toka yerine mandalla saç toplamak, bol İngilizce kelimeler serpiştirilmiş konuşmalar yapmak, dünyada kimsenin umurunda olmayan kıyıda köşede kalmış yerlere tatile gitmek gibi huyları vardır. Biri de çıkıp arkalarından “Allahım o kadar yaratıcı ki işe vespa’yla geliyor, daha geçen köprüde kaza yaptı ve çok yaratıcı bir şekilde sağ bacağını üç yerinden kırdı…” diyor mudur acaba?
Bir ajansın olmazsa olmazı, en renkli simasıdır. Bir hafta yeşil, bir hafta gri, bir hafta pembe olan saçları, kemik gözlük çerçeveleri, kimsede göremeyeceğiniz iphone kılıfları, devasa kulaklıkları, moschino kaplı diet kolaları… o hani Karaköy’de sürekli karşılaştığınız değişikler var ya… ahanda bunlar. Kimsenin bilmediği alternatif grupları dinlerler. (Bu gruplarda çalan en az iki aşşşşırı yetenekli arkadaşları vardır.) Festival filmleri bunlardan sorulur. Apple sıçsa ertesi gün kredi kartını patlatıp alırlar. Dışarıdan gözlemlenildiğinde hiç fire vermeyen bir art direktörü, dikkatle baktığınızda ensesindeki ya da omzunun arkasındaki kuş tüyü dövmesinden şıp diye tanıyabilirsiniz. Ortalama bir ajansta tam olarak hangi sanatı yönettikleri bilinmez ama ülkenin beleş festival, konser bilet piyasası tamamen bunların elindedir.
Ajansın bel kemiğidir. Yavrum benim, geneli kurttur bunların. Ajansın art direktörü çok hipster’mış, kreatif yönetmeninin kristal elması varmış….piiiii. Asıl olay bunlardadır. “Bir satışçı en iyi kendini satar” disturundan mıdır nedir bilinmez geneli gevezedir ve konuşmalarını ilk 15 dakika sonra takip edemez hale gelirsiniz. “Bugün öğle yemeğinde ne yesek?” gibi basit bir soruya bile sp, vp, kdv, impression değerini hesaplamadan cevap vermez. Rakamlarla konuşur, adamın aklını alır. Hangi firma ne kadar kazanıyor, bilmem ne şirketinin sahibi kendi evinde mi kirada mı oturuyor, yemeksepeti.com aslında ne kadara satıldı, vergiler düşünce Nevzat’ın eline ne kadar kalıyor, falanca ajanstaki Mustafa eskiden kimin cünyırıydı, çükübik çikolatalarının sahibinin eski sevgilisi şimdi kimle çıkıyor.. bütün sektör dedikoduları bunlardadır. İş hayatları boyunca en az üç kişiye karşılıksız büyük kıyakları olmuştur ve onun geri ödemesini alacakları günü beklemek üzere deftere yazmışlardır. Orjinal Michael Kors çantalarından tanıyabilirsiniz.
Bunlar ajansın bodrumunda kot taşlayan garibanlardır. Markadan gelen “yeni bir telefon çıkardık, öne çıkarmak istediğimiz özelliği ise bunun bir telefon olması” gibi şahane brieflere göre yaratıcı metinler düzmek zorundalardır. Ofise üç günde bir uğrarlar, aralarında photoshop bilen 8 ay sonra başka bir şirkete art direktör olarak geçiş yapar. Hiç bir yerde çok uzun süre kalmazlar. Hepsinin hayali dizi yazmaktır. Nemli bölgeleri seven metin yazarları, Cihangir’in kot 2 dairelerinde yaşamayı tercih eder. Hepsinin çaktırmadan devam ettirdiği freelance işleri vardır. Markalarla aralarını iyi tutabilenler bugün twitter’da bir çikolata olarak, yarın bisküvi olarak, öbür gün bamya olarak karşınıza çıkabilir. (Bamya olarak hayata tutunmaya çalışan bir insan düşünün! Ruh halinin sağlıklı olmasını nasıl bekleyebilirsiniz?) Bunları mor göz altlarından ve ofise gelirken ellerinde taşıdıkları en büyük boy starbucks kahvelerinden tanıyabilirsiniz.
Bunları genelde kimse görmez, kendileri de pek kimseyle muhatap olmaz. Genelde bankacılıktan ya da büyük mali müşavirlik bürolarından transfer olmuş, emekliliğine çeyrek kala gün doldurmaya gelmiş ablalardır. Eski çalıştıkları yere göre ajans onlara tam bir sirk gibi gelir. İstiflerini bozmadan döpiyesleriyle gelir giderler. Onlar için ajanslarda her şey kurumsallıktan uzaktır. Her şey eski alışkanlıklarına göre usulünce olsun isterler. Bu yüzden patrondan gelen “Bıdıbıdı’ya hemen 20 bin tl gönderelim” gibi talepleri “şimdi olmaz haftaya göndeririz” gibi net bir tavırla püskürtürler. Onları masalarındaki sanayi boyu ıslak mendil paketlerinden tanıyabilirsiniz.
Alıntıdır. http://tiripadvisor.net/